İÇSES
24.04.2015 21:21
İnsan, iyiyi ve kötüyü içinde taşıyan varlık. Her birimizin kendimize ait benlikleri olduğundan, kendi iyiliğimizi düşünürken bunun kendi çıkarımız anlamına geldiğini unuturuz çoğu zaman. Kendimiz için belirlediğimiz bu “iyilik” algısı, yaşadığımız “ben” çağının yönlendirmelerinin etkisi altında tamamen “çıkar” a dönüşür. Öncelikle şunu kabul edelim, hiç kimse kendi benliğinden bağımsız hareket edemez ve her birimiz şu ya da bu şekilde kendimiz için yaşarız. Ancak, çağın kibri ile kavrulmuş zihinsel melekelerimiz her zaman kendimiz için neyin iyi olduğunu bilebileceğimizi söyler; kişisel kanılarımızla beslenmiş bir iyilik fikri döner durur içimizde. Eylemlerimizi de meşru kılan bu mutlak öznel iyilik algısı, her birimizin kötülük karşısındaki gardını teker teker düşürür.
Zaman içerisinde, yaş ilerledikçe içimizde tanımladığımız değerler kemikleşir, özgül ağırlıkları artar; bunları yerinden oynatmak giderek imkansız hale gelir. Eğitim görmüş, mürekkep yalamış bireylerde okullar bittiğinde bilgi ile kurulan ve zaten eğreti duran ilişki de biter. Bu saatten sonra yeni şeyler öğrenmekten çok bildiklerimizi tahkim eden, yaşama biçimimizi ve yaşama değerlerimizi onaylayan, olumlayan dünyaları benimseriz. Bildiklerimiz ve yaşam değerlerimiz, üzerinde emek harcanmadan elde edilen ve sahiplenilen kurgular olduğundan, yaşlandıkça olgunlaşmak yerine hamakatla malul bir üst-benlik inşa etmiş oluruz kendimize.
Herşeyden önce kendimizle yüzleşmeliyiz; aynaya baktığımızda gördüğümüz şeyin içine nüfuz edebilmeliyiz. Her birimiz kendi değerlerimiz üzerinde düşünürken, içinde yaşadığımız dünyayı da anlamlandırmış oluruz.
Düşünceler kelimeler üzerinde yürür; kelimesiz ve dilsiz bir düşünme aksayarak ilerler ve kendini tekrar eder. Dil varlığın evidir der bir düşünür. Dilimizin zenginleşmesi düşüncelerimizi renklendirir.
Bu toprağın çocukları olarak bize kalan dil, derinliğinden ve zenginliğinden olabildiğince soyutlanmış, kurtulmuş bir dil. Kanı çekilmiş, nefes alamayan, anlam zenginliğini kaybetmiş bir dille yol alabilmemiz çok mümkün görünmüyor; üç yüz kelimelik bir dağarcıkla dilin imkânlarını kullanamazsınız. Birbirimiz anlayabilmemizi de imkânsızlaştıran bu çorak alanda yeni bir dünya kurulamaz. Yüzyılların birikimiyle bize miras kalan tüm imkanları yeniden keşfetmemiz, toplumsal geçmişimizle tekrar bağ kurmamız gerekiyor.
Toplumsal hafızanın tasfiyesi ile birlikte anlamsız bir boşlukta salınıp durmaktayız. Birey olarak bize ait toplumsal genlerin tarifini yapmaktan uzak düştüğümüz gibi yeni ve özgün değerler yaratamıyoruz. Yaptığımız şey, güncel bilginin içerisinde oradan buraya koşuşturmak. Güncel bilgiyi belirleyen parametreleri de anlamaktan uzağız; günceli tüketmek ve yeniden tüketmek üzerine bir yaşam modeli kurmuş durumdayız.
Ne geçmişi biliyoruz ne de bugüne vakıf olabilmişiz. Bu toprakların kültürüne yabancılaştığımız gibi, Batı değerlerini de tam olarak anlayabilmiş değiliz. Uzak geçmişini yadsıyan ve reddedenler yakın geçmişini tümüyle kutsayıp bilimsellik adı altında dondurulmuş bir tarihin değerlerini savunuyor. Temel bilimlerdeki yetersizliğimiz bilimsel-teknolojik yetersizliklerimiz beslerken, sosyal bilimlerdeki küçük adımlarımız kendi sosyal dinamiklerimizi kavramsallaştırma ve çözümleme yetilerimizi sınırlandırıyor. Tarihsel arkaplanıyla gelen kutsal devlet kültü bireysel özerkliklerimizi sindirirken, toplumsal sorumlulukları dışlayan sadece ve sadece bireyi esas alan yeni anlayışlar, kişisel gelişim fantazyaları içi boş devasa benlikler yaratıyor. Bir yandan siyasal sistemimizdeki otokratik özellikleri tartışıyoruz, diğer yandan gündelik hayatımızda kuralsızlığı benimsemiş, aklına gelen her şeyi yapan ve cezai yaptırımlara maruz kalmayan bireylerin baskın olduğu anarşik yaşam pratiği ile tehdit altındayız.
Bu koşullar altında aydın despotizmine varmayan bir entellektüel rehberliğe ihtiyaç var. Uzun soluklu değerlendirmeleri tüm sığlığıyla felsefe yapmak, edebiyat parçalamak şeklinde zannınca küçümseyen toplumsal kodlara rağmen, entel-dantel yaftasıyla karikatürize edilip pasifize edilen entelektüellerin kelimelerine ihtiyacı var bu toplumun. Güncel siyasetin tarafı olmadan siyaseti anlatacak, ne uzak geçmişin reddine ne de yakın geçmişin kutsallığına sığınmadan tarihsel olanı yorumlayacak ve bugüne bağlayacak, Doğu’yu reddetmeden Batı’yı bilecek, bize hem Doğu’yu hem de Batı’yı anlatacak, devleti kutsamadan toplumu önemseyecek, bireyi ilahlaştırmadan bireysel olanı altını çizecek, makro siyaset saplantılarına kapılmadan mikro düzeydeki toplumsal hastalıklarımızı tespit edip, reçeteler konusunda fikir verebilecek entelektüel sese azami derecede ihtiyacımız var. Hali hazırda şu anki toplumsal hercümercimiz içerisinde, yeterince duyamadığımız bu iç ses bizi iyileştirmeyecektir ansızın ama, bu sesin kendini tanımaya muhtaç bu topluma iyi geleceği de kesin gibi görünüyor.