BÜYÜK MESELE
17.03.2015 12:58
Yıpranmış bir zamanın eşiğinde yorgunluktan ayakta duramaz hale gelmiş soluk yaşam enerjimizin götürebildiği yere kadar gidecek bir ömürle yaşaya kalmak zorunda görünüyoruz. Her şeyin ölürken yeniden doğduğu doğanın o döngüsel sürecinin içinde, biz, bu coğrafyanın çocukları, her dem diri kalma gücümüzü yitiriyoruz. Gördüklerimiz, duyduklarımız, şahit olduklarımız karşısında her defasında yeniden ve yeniden umutsuzluk ve kötümserlik kuyusunun kenarına doğru bir adım daha atmak kaderiyle muzdaripiz.
Sevmiyoruz birbirimizi, bunun da ötesinde birbirimize güvenmiyoruz. Sevgisizlik ve güvensizlik korkularımızı besliyor. Birbirimizden korkuyoruz, korktuğumuz gizlemek için ya da korkudan emin olmak için savaşçı kesiliyoruz. Bir savaşçı psikolojisi ile geçen ömür yoruyor hem de çok yoruyor. Tedirgin, kaygılar ve endişelerle boğulan iç dünyamız nefes alamıyor; kendimizi yenileyemiyoruz.
Topyekûn, bir topluluk olarak cinnet halindeyiz. Sahip olduğunu düşündüğümüz, destanlarda, masallarda, menkıbelerde, hikâyelerde, bize anlatılan tüm hasletler, meziyetler şu an uzak yıldızlar kadar yakın bize. Gecenin karanlığında onları seçebiliyoruz belki, ama karanlıktayız işte. Hiç biri dünyamızı ışıtacak kadar bize yakın değil.
Günbegün birbirimizi öldürüyoruz; şiddet sarmalı içinde hapsolduk. Şiddetin dilinden en çok anlayanlar anlayamayanları yok ediyorlar; kadınlar ve çocuklar toplumsal cinnetimizin hazin kurbanları. İzansız bir acımasızlığa maruz kalıyorlar.
Onlar ölürken biz yaşadığımız sanıyoruz, her bir ölüm toplumsal cinnetimizi yeniden besliyor. Küçücük çocuklar topluca taciz edilirken merhamet duygumuz siliniyor bünyemizden. Kurdun kurda yapmadığını insan insana yapıyor. Bütün bu dehşetengiz kıyımlar karşısındaki sessizliğimiz ve acizliğimiz içimizdeki kişiliğimizi kemiriyor. Kötülük sıradanlaşıyor. Kötücülleşiyor toplum, yeni mezalimleri engelleyemiyoruz. İyilik düşüyor, onu düştüğü yerden kaldıracak gücümüzün kalmadığı yere doğru sürükleniyoruz.
Bizi bu noktaya getiren çok fazla şeye maruz kaldık. Kişi başına milli gelir artışına saplantılı hızlı kalkınma hırsımız kişi başına merhameti sıfırladı. Tarihsel bağlarımızı keserek yarattığımız epistemolojik kopuşla yüzyılların biriktirdiği değerler silinirken, yerine yeni ve tutarlı bir değerler sistemi kuramadık. Güçlünün her zaman haklı olduğu ve kazandığı, güvenlik odaklı siyasal sistem yarattık, bunun bireysel ve toplumsal plandaki yansımalarını dikkate almadık, öngöremedik. İlerleme adına, düşüncenin, felsefenin, edebiyatın yer bulamadığı bir dünya yarattık. Şehirlerimizi büyük köyler haline getiren, rafine şehir kültürünü yok eden, şehir kimliklerini kazıyan büyümenin arkasına takıldık. Çocuklarımızı ideolojilere adayan bir eğitim sisteminden, kapitalizm canavarına biat ettiren bir yetiştirme kültürüne sıçradık. Çocuklar böylelikle, ne toplumsal bilinç kazanabildi ne de birey olabilmenin tadını çıkarabildi. Muhayyel bir topluma adanmış çocukların yarattığı bireysiz toplumdan, turbo-kapitalist çocukların büyüttüğü toplumsuz bir topluma evrildik. Yukarıda büyük siyasal kavgalar verilirken aşağıda bireyler içten içe kaybedildi. Binnetice, şu ya da bu şekilde kaybolmuş bireylerden oluşan şekilsiz, kıvamsız, anlamsız bir bütünümsü halinde orta yerde büyük bir mesele olarak duruveriyoruz.